Hasköy Halk Eğitim Merkezi Müdürlüğü’nün davetlisi olan Muş Alparslan Üniversitesi (MŞÜ) İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Fethi Ahmet Polat ‘Gençlik ve Aile’ semineri verdi. Gençlik yapısı ve aile ortamına dikkat çeken Polat, yoğun katılımcının sağlandığı seminerde Kur’an-ı Kerim’den ve Peygamberlerin hayatlarından örnekler verdi. Genç kesime sahip çıkılması konusunda püf noktalara değinen Polat, gençlere sahip çıkılması konusunda da uyarılarda bulundu.
Modern çağın ihmal ettiği bir alan olarak gençlik, Kur’ânda olduğu kadar Hz. Peygamber’in hayatında da önemli bir ilgi alanı olduğunu ifade eden Polat, şunları söyledi: “İslam’ın anladığı manada gençlik, temyiz çağından kırk yaşına kadarki süreyi kapsar ve yalnızca fizyolojik açıdan değil ruhen de bir diriliği ifade eder. Ancak Kur’ân açısından gençlik, bir değer yüklü olduğu zaman kıymeti haizdir. Bu açıdan bakıldığında Hz. İbrahim Kur’ân’da aklın simgesi olarak anlatılır. Hz. Yusuf iffetin ve bir grup isimsiz genç (ashab-ı kehf), Allah’a kaçışın timsalidir. Sülemî’nin fütüvveti anlatırken, “Âdem gibi özür dilemek, Nuh gibi iyi, İbrahim gibi vefalı, İsmail gibi dürüst. Musa gibi ihlâslı. Eyyub gibi sabırlı, Davud gibi cömert, Muhammed gibi merhametli, Ebu Bekir gibi hamiyetli, Ömer gibi adaletli. Osman gibi hayâlı, Ali gibi bilgili olmaktır” demesi de aslında Kur’ân’daki bu gençlik tipolojisinin pratikte bulduğu karşılıkla ilgilidir.
Hz. Peygamber’in risalet hayatının ilk yıllarında yanında bulunanlar da çoğunlukla gençlerden oluşmuştur. Nübüvvet geleneğinin bu son ve taze damarı, kendisi gibi genç insanların omuzlarında yükselen bir söylem olmuştur. Denebilir ki Kur’ân’da kendilerine referans verilen her genç peygamberin sahabe neslinde bir örneği bulunmaktadır. Her ne kadar ashabı anlatan kitaplarda yahut filmlerde sürekli pirifâni insanlar sahne önünde yer alsa da gerçek bundan bütünüyle farklıdır. Örneğin, Mekke’den Medine’ye yapılan Hicret sırasında, Ubeyde b. Haris gibi çok yaşlı bir iki bahtiyar ihtiyarın dışında kalan mü’minlerin tamamı neredeyse 30 yaşın altında idi. Bugün olduğu gibi o günde gençlik, değişimin ve dönüşümün sembolü idi. Oysa değişime direnen statükocuların, Mekke müşriklerinin yaş ortalaması 50’nin üzerindeydi. Resul-i Ekrem’in davetine sırt çevirmekle kalmayıp, İslâm’a ve Müslümanlara karşı düşmanlık etmekte birbirleriyle yarışan Ebu Leheb, Velid b. Muğîre, Ukbe b. Ebî Muayt, Ümeyye b. Halef gibi müşriklerin hepsi de gençlik yıllarını çoktan geride bırakmış ihtiyar kimselerdi. Mesela, Allah Resulü’nün, “Her ümmetin bir firavunu vardır, benim ümmetimin firavunu da budur” dediği Ebu Cehil, Bedir Harbi’nde öldürüldüğünde 70 yaşındaydı. Ruhen, fikren ve bedenen köhnemiş bir sisteme karşı dimdik ayakta durabilenler, muhataplarının yarı yaşında olan gençlerdi. Her bakımdan insanların en üstünü olan Muhammed aleyhisselâm, daha gençliği sırasında Mekke halkı arasında diğerlerinden farklı olarak çok sevilmiştir. Güzel ahlâkı, insanlara görülmemiş bir şekilde iyi davranması, sakinliği, yumuşaklığı ve diğer üstün halleriyle sevilmişti. İnsanlar arasında fevkalade farklılığı ile herkes O’na hayran olmuştur. Mekke halkı, O’nda gördükleri şaşılacak derecedeki doğru sözlülük ve güvenilirlikten dolayı da O’na “El-emin=Güvenilir” dediler ve gençliğinde bu isimle meşhur oldu. Muhammed aleyhisselâm yirmi yaşlarında bulunduğu sıralarda Mekke’de asayiş tamamen bozulmuştu. Zulüm son derece yaygınlaşmış, mal, can ve namus emniyeti kalmamıştı. Mekke’nin yerli halkı, ticaret için ve Kâ’be’yi ziyâret maksadıyla gelen yabancılar haksızlığa ve zulme uğruyorlardı. Haklarını almak için müracaat edecek bir merci de bulamıyorlardı. Bu sırada ticaret maksadıyla Mekke’ye gelen Yemenli bir tüccarın malları, Âs bin Vâil adında bir Mekkeli tarafından zorla elinden alınıp gasp edilmişti. Bu hadise üzerine Yemenli, Ebû Kubeys dağına çıkıp feryad ederek hakkının alınması için kabilelerden yardım istemişti. Artık zulmün had safhaya ulaştığını dile getiren bu tip hadiseler üzerine, Haşim ve Zühreoğulları ve diğer kabilelerin ileri gelenleri Abdullah bin Ced’an’ın evinde toplandılar. Yerli, yabancı hiç kimseye zulüm ve haksızlık yapılmamasına, zulme mani olmaya ve haksızlığa uğramış olanların haklarını almaya karar verdiler ve bu maksatla bir adalet cemiyeti kurdular. Muhammed aleyhisselâmın genç yaşta katıldığı ve kuruluşunda da çok tesirli olduğu bu cemiyete Hılf-ul-Fudul cemiyeti denildi. Daha önce Fazl adında iki kişi ve Fudayl adında biri tarafından da böyle bir cemiyet kurulmuştu. Onların önceden kurdukları cemiyete izafeten bu isim verilmiştir. Bu cemiyet, zulmü önleyip, Mekke’de bozulmuş olan asayişi yeniden kurdu. Tesiri uzun müddet devam etti. Muhammed aleyhisselâma peygamberlik bildirildikten sonra Ashâb-ı kirâma anlatıp: “Abdullah bin Cedan’ın evinde yapılan yeminleşmede ben de bulundum. Bence o yeminleşme, kırmızı tüylü develere (servete) sahip olmaktan daha sevimlidir. Şimdi de böyle bir meclise çağrılsam icabet ederim.” Buyurdu. Peygamberlerin davalarına başlarken özellikle gençleri yanlarına almaları, onların davalarının kıyamete kadar sürecek bir dava olmasındandır. O yüzden her peygamberin etrafında arkadaşları vardır. Kimi zaman bunların adı havari olmuştur kimi zaman da ashâb… Cemil Meriç der ki; “Havarilerini yaratamayan İsa’nın yeri tımarhanedir, tarih değil. Hz. Muhammed’in ilk mucizesi: Haticet’ül Kübra’dır.” Doğrusu Haticeleri, Ayşeleri, Alileri, Mus’abları yetiştiremeyen bir ümmet, davasına sahip olmaktan uzak kalmıştır.” Hasköy Taziye evinde düzenlenen seminere İlçe Milli Eğitim Müdürü Ali İhsan Yanılmaz, İlçe Halk Eğitim Merkezi Müdürü Savaş Bulan, Muhtarlar, okul müdürleri ve çok sayıda davetli katıldı.