Otorite Türleri Üzerine Bir Analiz

Geleneksel, Rasyonel ve Karizmatik Otorite Örneği: Recep Tayyip Erdoğan

GÜNCEL 8.03.2017 16:29:59
Otorite Türleri Üzerine Bir Analiz
 Yrd. Doç. Dr. Adem Palabıyık

Muş Alparslan Üniversitesi (MŞÜ) Sosyoloji Bölüm Başkan Yardımcısı

 

Otorite Türleri Üzerine Bir Analiz: Geleneksel, Rasyonel ve Karizmatik Otorite Örneği: Recep Tayyip Erdoğan

 

Lideri aslan olan koyunlar lideri koyun olan aslanları her zaman yer.

Giriş

Otorite türleri üzerine yapacağımız ikinci analiz ise yasal, geleneksel ve karizmatik otorite türleri içerisinde değerlendirmeye çalışacağımız Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan olacaktır. Yalnız analize geçmeden önce Weber’in dile getirdiği bu otorite türlerini yeniden açıklamak, metnin genel muhtevasının anlaşılması ve okuyucunun metni daha iyi kavraması açısından faydalı olacaktır.

İlk metnimizde geleneksel ve rasyonel otoriteyi tanımlamıştık. Burada da yüzeysel olarak bir daha değinecek okursak; geleneksel otorite en genel mahiyette otoritesinin meşruiyetini geleneği sürdürme ve işleri geleneksel tarzda yürütmenin doğru olduğu kurgusuna dayanmak olarak karşımızda belirirken, rasyonel otorite ise meşruiyetini yasal ve ussal kurallara dayandıran ve otoritesini bu kurallara uygun bir biçimde devam ettirme yükümlülüğüne sahip olan otorite türüdür. Bu safhada Weber’in belirtmiş olduğu otorite türlerine dahil ettiği ve bizim de kullanacağımız üçüncü otorite türü ise karizmatik otorite türü olacaktır. Karizmatik otorite türü tarihsel süreç içerisinde ele alınmayan ve liderin, yönetimini kendi kişisel niteliklerine dayanarak yürütmesiyle ortaya çıkan bir otorite türüdür. Karizmatik otorite istikrarsız ve krizlerin doğduğu ortamlarda ortaya çıkabilir. Toplum, egemen gücü karizmatik özelliklerinden dolayı benimser ve otorite toplum tarafından kabul görür. Örneğin Gandhi ve Atatürk gibi liderler karizmatik otoriteye örnek verilebilir. Bu tür otoritelerde yönetim aygıtı başlangıçta biçimselleşmemiş ve genellikle liderin yakın çevresindeki birkaç kişinin faaliyetlerinden oluşan bir yapı gibi görülebilir, ancak karizmatik otoritenin liderliğine duyulan ihtiyaç, kriz dönemlerinin ötesine taşıp sürekli bir hal aldığında liderin çevresi genişleyecek, lidere olan destek daha da artacak, bu destek sistematik hale gelecek ve liderle birlikte bu düzen devam edebilme imkânı bulacaktır.

Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın bu üç otorite türünün özelliklerine sahip olması –daha önceden de belirttiğimiz Kılıçdaroğlu gibi- birbiriyle uyuşmayan bir yapı olarak görülebilir, lakin Cumhurbaşkanımız’ın sahip olduğu niteliklere baktığımız takdirde, bu üç otorite türü içerisinde ele alınabilecek özelliklere sahip olduğunu gözlemlemek mümkündür.

Geleneksel Otorite Bağlamı

Geleneksel otorite bağlamında ele alındığı zaman sayın Cumhurbaşkanımız’ın belli bir geleneğin içinden geldiği iddia edilebilir. Yalnız bu gelenek kendisinin İslami yönü ile alakalıdır, yani Cumhurbaşkanımız’ın sade bir İslami geleneğe sahip olduğu söylenebilir. Bu aşamada kendisinin Milli Görüş geleneği içerisinde yoğrulduğu göz ardı edilemez ama günümüzde Milli Görüş geleneği ile alakası olmadığı şöyle ispatlanabilir: Milli Görüş geleneğine göre İslamcılık, Batı karşıtlığıdır; küresel ekonomik entegrasyona ve yabancı sermayeye (Batı sermayesine, Arap sermayesine değil) karşıdır, AB üyeliğine taraftar değildir, onu bir Hıristiyan birliği olarak görür ve esas amaç İslam birliğinin lideri olmaktır. Böylesi bir düşünce, küreselleşmeye karşı yerel korkulardan beslenir ve bazen de bu korkuları endişe olarak gösterebilir. Küresel entegrasyonun “yerel” değerleri ve İslamcı hareketlerin doğal tabanı olan “geleneksel” kesimleri zayıflatacağı beklentisinden hareketle, İslamcı bir siyasal hareketin kendisini küresel yapılar ve süreçlerle entegre etmesi beklenemez. Cumhurbaşkanımız’ın şu anki yönetim anlayışı bu geleneksel yaklaşımla taban tabana zıttır. Kendisi küresel sermayeyi Türkiye’ye getirme çabasında ve AB ile entegre olma yolundadır. Bunların yanında ekonomide de taban tabana zıt politikalar izlemekte, vizyon olarak yalnıcza bir zümreye değil tüm Türkiye’ye hitap etmekte, Asya, Ortadoğu ve Afrika ile ilgili olarak ekonomik ve sosyal politikalar geliştirmekte ve bekli de en önemlisi ülke içi kemikleşmiş sorunların üzerine üzerine gitmektedir. Bu faaliyetlerin hiçbirinin Milli Görüş döneminde yapılmış olduğu kolay kolay dile getirilemez. Bu açıdan bakıldığı zaman sayın Cumhurbaşkanımız’ın Milli Görüş geleneğinden oldukça uzak olduğu iddia edilebilir. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de İslamcılığın birden fazla versiyonu, birbirlerinden farklı ifade biçimleri vardır. Cumhurbaşkanımız’ın da bu farklı ifade biçimlerinden birini temsil ettiğini, fakat bu temsiliyetin Milli Görüş geleneğinden de farklı olduğunu söyleyebiliriz. Tabi bir diğer nokta da sayın Cumhurbaşkanımız’ın yerel bir geleneğe sahip olduğu söylemidir. Halktan uzak durmamak, halkın arasında olmak, belli bir zümreye değil de bütüne hitap etmek, kendisinin yerel bir kimliğe de sahip olduğunun kanıtı sayılabilir.

Rasyonel Otorite Bağlamı

Rasyonel otorite bağlamında konuya yaklaştığımızda ise karşımıza bilindik bir mevzu çıkmakta ve her parti liderinin meşruiyetini kendi partisinin yasal mevzuatına dayandırdığını görebilmekteyiz. Neticede her parti kendi tüzüğünü oluşturmuş ve faaliyetlerin sistematik bir şekilde nasıl yürütüleceğini bu tüzüğünde belirtmiştir. Parti başkanı da bu mevzuata bağlı olarak partisini yöneten ve zamanı geldiğinde de yerini başka bir yöneticiye bırakan kişidir  (tabi bunu sayın Baykal için söylemek güç sayılabilir). Cumhurbaşkanımız da böylesi bir durumda kendi partisinin tüzüğüne uymakla, Cumhurbaşkanımız’lığını yaptığı ülkenin sorumluluklarını Anayasa’da belirlenmiş haliyle yerine getirmekle ve tüm bunları yaparken de hukuksal düzenlemelere dayanmakla, rasyonel otorite kavramı içerisinde değerlendirilebilir. Neticede iktidar olduğu için, oluşturulan bürokratik yönetim de yine rasyonel otoritenin sınırları içerisindedir, çünkü bu otorite türünün en önemli özelliklerinden biri de yönetim aygıtı olarak bürokrasiyi öne çıkarması, bürokrasiye belirli ilkeler ve görevler yüklemesi ve de tüm bunların yasallığa uygun bir biçimde yerine getirilmesidir. Böylelikle rasyonel otorite, yönetim aygıtı olarak Weber tarafından bürokrasiyle tamamlanmıştır.

Karizmatik Otorite Bağlamı

Weber’in tanımladığı üçüncü otorite türü ise karizmatik otoritedir. Sayın Cumhurbaşkanımız’ın bu otorite türü içerisinde yer almasını sağlayan dört önemli faktörün olduğu söylenebilir: İlki karizmatik otoritenin kuruluş aşamasında Cumhurbaşkanımız ve çevresinin daha biçimselleşmemiş bir tipolojiye sahip olmakla birlikte yalnız gibi görünmesi (55 kişiyle) fakat bu durumun sürekli bir hal alarak genişleyip, günümüze kadar gelebilmesi, ikinci olarak tek parti yönetimiyle iki dönem üst üste iktidarda kalabilmesi, üçüncü olarak Davos’taki çıkışı ve son olarak da özellikle dış ülkelerdeki Erdoğan hayranlığıdır. Tabi bu niteliklere bir de sahip olunan hitabet tarzı eklenebilir. Karizmatik otoritenin halk nezdinde önemli göstergeleri vardır. Özellikle halka yakın olmak ve bunu vizyona yansıtabilmek, sonrasında ise onları temsil edebilecek bir konumda olunduğunun halka ispatlanma başarısı da karizmatik otoritenin özellikleridir. Karizmatik otoritenin yukarıda da belirtildiği gibi en önemli niteliği istikrarsızlığın ve belirsizliğin olduğu dönemlerde ortaya çıkmasıdır. Cumhurbaşkanımız’ın ortaya çıktığı ve seçimlere girdiği dönem tam da böylesine bir dönemdir. 2001 krizi ve sonrasında gelen sarsıntılar ve halk içerisinde büyümeye başlayan panik havası Recep Tayyip Erdoğan’ın seçilmesiyle durağan hale gelmiştir. İlk dönemlerde bu tür korkular devam ederken, sonrasında güven artmaya başlamış ve istikrarsız dönem içerisinde ortaya çıkan otorite, sonrasında da kendisine olan ihtiyacı hissettirerek karizmatik otorite niteliğine bürünmüştür. Bu bağlamda Cumhurbaşkanımız’ın “kriz ve kargaşanın üstesinden gelebilmesi, güven uyandırması, değişimin gücünü sağlayabilecek düşünce ve cesarete sahip olması, canlı ve enerjik olması (bazen gerçekleşen öfkeli konuşmaları saymazsak), içinden çıktığı toplumun kültürel özelliklerini taşıması, astlarına güvenebilmesi, sosyal yapıya uyumlu bir dil kullanması, kendisini takip edenler tarafından kendilerinden biri olarak görülmesi, vizyon sahibi olması, üstün bir imaj ya da ideale sahip olması, uygun bir toplumsal statüde bulunması, yönetimi altındakilere psikolojik tatmin sağlaması, etkileyici bir fiziksel görünüşe sahip olması, bezginliğin ve ümitsizliğin içerisinde bir ümit kaynağı olması, akılcı bir yönetme ve emretme gücüne sahip olması, kişisel cazibesi olması ve büyük oranda etkiye ve uzman güce dayanıp, güvenmesi” (Ümit Arklan’ın makalesinden alıntı) sayın Cumhurbaşkanımız’ın başarılı bir lider olarak tanımlanabilmesinin önemli göstergeleri sayılabilir. Aynı zamanda Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın karizmasının medya gücüyle oluşturulan yapay bir karizma değil toplumsal kitlelerin sevgisiyle yoğrulan bir karizma olduğu söylenebilir. Karizmatik liderler inşacı bir karaktere sahiptir, bir siyasi hareketi, bir siyasi çizgiyi inşa eder, büyük değişim projelerinin inşasına soyunur. Bu yüzden karizmatik lider hem vizyon hem de misyon sahibi olmak zorundadır. Halk belli bir derdi, davası veya hedefi olmayan liderleri “kurtarıcı” olarak konumlandırmamaktadır. Eğer bir lider de güçlü bir inanca, özgüvene ve hırsa sahip değilse, güçlü bir inandırma kabiliyeti taşımıyorsa, karizmatikliği de gelişmiyordur. Liderlik, dinamik bir çerçevede stratejik kararlar alabilmeyi ve uygulayabilmeyi ve belirlenen misyon ile hedefler doğrultusundan takipçilerini hedefe kilitleyebilmeyi içerir. Lider, hizmet ettiği topluma bağlı olma ve çıkar önderliğini bu topluluğa ve topluluğun geleceğine vermelidir. Ancak şu da unutulmamalıdır ki (Yasin Aktay’ın belirttiği gibi -06 Nisan 2009, Yeni Şafak-) Weber`in karizma bahsinin, adına "karizmanın rutinleşmesi" dediği başka bir altbölümü daha vardır ki, bu da karizmanın bilhassa kitleleri cezp edip göreli bir kurumsallaşma yaşamasından sonra aynı tutku ve heyecanı aktarabilme kapasitesinin sınırına varmasında kendini göstermektedir. Başlangıçta daha idealist ve fedakâr olanlar, karizmanın rutinleşmesi aşamasında yerleşme ve paylaşım derdine daha çok düşebiliyorlar. Giderek hareketi veya lideri var eden karizma, birileri için sadece o hareketten beslenmenin fırsat alanlarına dönüşebilir.

Sonuç Yerine 

Aslında insani sorumlulukların en evrensel ve en dayanıklılarından biri olan liderliğin oluşabilmesi için kişinin resmi yetkilerle donatılması şart değildir. Hiçbir resmi yetkisi bulunmadığı halde büyük bir kitleyi ardından sürükleyen liderler olabileceği gibi her türlü resmi yetkiyle donatıldığı halde bunu başaramayan liderler de var olabilmektedir. Burada önemli olan nokta liderlerin, kişileri peşinden sürükleyebilecek özellikleri portresinde yansıtabilmesidir, bünyesinde taşıyabilmesidir. Dolayısıyla liderlik şahsiyeti doğuştan gelen yetenekle birlikte, yaşanılan deneyimlerin ve hayat boyu edinilen kültürlerin bir ürünüdür.

Tüm bu söylediklerimizi şöyle bir toparlayacak olursak sayın Cumhurbaşkanımız için; partisini yönlendirdiği, sürekli yenilik aradığı, doğru işleri yaptığı, geliştirici olduğu, yüzünü halka dönüp güvene dayandığı, uzun vadeli planlar yaptığı, tedbirlerini alarak riske girdiği, doğal olanı temsil ettiği, hatasını itiraf ettiği, dinlemesini bildiği, her zaman “biz” dediği, neyin hatalı olduğunu gösterdiği, işin nasıl yapılacağını bildiği, kendisinin vizyon geliştirdiği, gücünü kişisel niteliklerinden ve özelliklerinden aldığı, belli hedefler koyarak ekibini yönlendirdiği, saygı yarattığı ve sürekli gelişmekten ve geliştirmekten yana olduğu söylenebilir. Bu türden niteliklere sahip olan kişi “yönetici” değil, bir grup insanı belli amaçlar etrafında toplayabilen, bu amaçlar için onları etkileme, harekete geçirme yetenek ve bilgilerine sahip olan, nereye nasıl gidileceğini gösteren, hedef ve misyon koyan bir “lider”dir.