Bedrettin KELEŞTEMUR


BİRBİRİMİZE DUA EDELİM, SELAMLAŞALIM!

FİKİR BAHÇESİ


BİRBİRİMİZE DUA EDELİM, SELAMLAŞALIM!

Bedrettin Keleştimur

Birbirimize, ‘dua…’ edelim. Birbirimizle, ‘selamlaşalım…’

Her iki halde, ‘kırık kalpleri…’ tedavi eder. Yaralara merhem olur.

Kur’an da, dua ile ilgili 52 ayet yer alıyor.

Bir ayette şöyle buyruluyor;

Bakara Suresi 186.ncı ayette şöyle buyrulur; “(Habibim, yâ Muhammed!) Kullarım sana benden sorarsa, şüphe yok ki ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm;

Öyle ise onlarda benim için (davetime) icabet etsinler ve bana dua etsinler: ta ki hak yolu bulsunlar.” 

Dua, bizleri doğru istikamete taşır. Yaratıcı ile rabıtamızı sağlar.

Sürekli Hakk’ı ‘tefekkür eden…’ Ve kendisini, ‘kötülüklerden koruyan…’ insan yapısını karşımıza çıkarır. Her halde, herhalükar da, Allah’ı anmak.

Âli İmrân Suresi 191.nci ayette şöyle buyrulur, “Onlar ki, ayakta dururken, otururken ve yanları üzerine (yatarken) Allah’ı zikrederler” 

Birbirimize dua edelim; Duâ’nın, insanı ‘tedavi edici…’ Koruyucu bir kalkan/ veya zırh olduğunu düşünelim ve selamlaşma; “Siz bir selam ile selamlandığınız zaman, siz de ondan daha güzeliyle karşılık verin. Veya verilen selamı aynen iade edin. Şüphesiz Allah, her şeyin hesabına gereği gibi yapandır.” (Nisa, 86)

Selam ve Dua: Bir bakıma, Dış dünyamızın, İç dünyamıza… İç dünyamızın, Dış dünyamıza yansımasıdır.

İnsanın bir bakıma, İç ve Dış kirlerden arınmasıdır…

Buna bizler, ‘kontrollü hayat…’ diyoruz… Kendini bilen; Hakkı ve hukuku bilen toplum.

“Kendine yapılmasını istemediğin bir şeyi, Sen de başkasına yapma…”

“Birbirimize dua…” 

Birbirimize olan güven ve manevi destektir.

“Birbirimizle selamlaşma…”

Birbirimizi tanıma, anlama ve kaynaşmadır.

Günümüz toplumu giderek; Bireyselleşti! “Ben…” egosu giderek büyüdü…

Ve her şeyde, ‘menfaat bağı…’ arandı. “Biz olma…” şuuru yıkıldı;

“Fedakâr insan…” “Ahde Vefa…” “Vicdanların sesi…” kısıldı…

Tekrar sözün başına gelmek istiyorum; “Dua…”

İnsanın kendisiyle birebir hesaplaşması, Yaratıcıya, ‘el açması…’ yakarmasıdır…

“Selam…” Sözlerin en güzelini, yakınınızdaki insanlarla paylaşmanızdır.

Dağların birbirlerine, ‘omuz vermesi…’ gibi,

İnsanlarda, birbirlerine, “dua ve selamlarla…’ omuz verirler.

Dua ve Selamda; Barış ve Huzur, Sabır ve Selamet, Güven ve İstikrar, Şükür ve Niyaz,

Bolluk ve bereket, İkram ve İzzet, Hayır ve Hasenat, Sevgi ve merhamet, Bilumum güzellikler vardır… Ne deniyor, “Hayır isteyiniz ki, hayır bulasınız”

 

5 ŞEYLE İMTİHANDAYIZ!

Hadis, “Ey Muhacirler topluluğu! Beş şey vardır ki, onlarla imtihan olduğunuzda (O toplumda hiçbir hayır kalmamış demektir)

Siz hayatta iken onların ortaya çıkmasından Allah’a sığınırım. (Bu beş şey şunlardır;)

1. Zina; Bir toplumda zina ortaya çıkar ve açıktan işlenecek hale gelirse, O toplumda mutlaka vebâ ve onlardan önce gelmiş-geçmiş hiçbir millette; “görülmeyen hastalıklar” yayılır. 

2. Ölçü ve tartıda hile; Bir toplum, ölçü ve tartıyı eksik yaparsa, o toplum mutlaka; “Kıtlık, geçim sıkıntısı ve sultanın (yöneticinin) zulmüne uğrar.

3. Zekât vermemek; bir toplum, mallarının zekâtını vermezse, mutlaka; “gökten yağmur kesilir,” Şayet hayvanlarda olmasaydı, tek damla yağmur bile yağmazdı.

4. Ahdin bozulması; Bir toplum Allah ve Resulünün ahdini bozarsa, Allah Teâlâ kendilerinden olmayan bir düşmanı o topluma musallat eder. Ve ellerindeki (servet)lerin bir kısmını onlardan alır.

5. Allah’ın kitabı Kur’an ile hükmetmeyi terk etmek” (İbn-i Mace)

Şimdi oturup düşünelim; Başta kuraklık olmak üzere bize musallat olan; ‘Sıkıntıların…’ temel sebepleri, ‘bizlerden’ kaynaklanıyor. Toplum olarak, “Hal ve gidişimizi…” bir daha gözden geçirelim!

Şurası muhakkak ki, “İnsan, sebepsiz ve başıboş yaratılmamıştır.” Bilumum sorumlulukları vardır!

İmtihanda olduğumuzu da düşünelim; “Sizi mutlaka biraz korku ve açlık, Biraz da mallardan, canlardan ve Sabredenleri (cennetle) müjdele! (Bakara, 155)

 

İHMALLERİMİZİ GÖRELİM!

Şu veya bu demiyoruz; Düşünceyi daha da, ‘berraklaştırma…’

Bir bakıma da, ‘durulanma…’ istiyoruz. “Saf ve temiz Müslüman…” olabilmek.

Günümüzde, günümüz Türkiye’sin de zor!” O zoru, birlikte aşalım! Kararlı olalım!

 

ÜMİTSİZLİĞE HAYIR!

Yeis sözlükte, “Ümitsizlikten doğan karamsarlık; üzüntü, ümitsizlik” olarak ifade ediliyor.

Ayet, “(İbrahim) dedi ki, Zaten delalete düşenlerden başka Rab’ının rahmetinden kim ümidini keser” (Hicr, 56)

Yeis/ yani Ümitsizlik, İslam’da kesinlikle yoktur.

Akif bir şiirinde;

“Ye’s öyle bataktır ki, düşersen boğulursun

Ümmide sarıl sımsıkı, seyret ne olursun!”

Ye’s, kopkoyu karanlıklarla dolu dalgalarla üzerinize gelen bir büyük derya/ deniz ise, Ümit, o karanlıklara karşı koyan ulu dağlardır. Sizler lütfen, tebessüm eden bir yüz ile Karamsarlık içerisinde ki yüze bakınız. İkisi arasında ki, ‘fark…’ Dönen bir çarkı, Dünya/ Evren çarkını sizlere hatırlatır…

“Biz insanlara bir rahmet tattırdığımız zaman onunla sevinirler, fakat kendi ellerinin sunduğu (şeyler) sebebiyle onlara bir kötülük isabet ettiğinde de, hemen umutsuzluğa kapılırlar.” 

(Rum, 36)

Korku ve Ümit, İnsan hayatının, ‘gel-gitleridir…’

“Onlar korkarak ve ümit ederek Rablerine dua ederler.” (Secde, 16)

“(Ey Resulüm, tarafından kavmine) de ki, ‘-Ey (günah işlemekle) nefislerine karşı haddi aşmış kullarım! Allah’ın rahmetinden (sizi bağışlamasından) ümidi kesmeyiniz; çünkü Allah (şirk ve küfürden başka, dilediği kimselerden) bütün günahları mağfiret buyurur. Şüphesiz ki O, Gafur’dur=çok bağışlayıcıdır, Rahimdir= çok merhametlidir.” 

Bir anne ve babanın evladına, evlat, velev ki asi de olsa; Şefkatini düşünün!

Bizleri Yaratan, Yüce Allah’ın; Kuluna olan, şefkat ve merhameti o kadar Yüce ve Ulu ki; Onu ifade etmeye bizim aklımız elbette sınırlı ve aciz kalır!

Bediüzzaman şöyle der; “Ümitsizlik en dehşetli bir hastalıktır ki, İslam âleminin kalbine bir kanser gibi girmiş.”

Batının sömürge zihniyeti, bu şekilde Doğu’nun zenginlikleri üzerine çöreklenmiş…

O ümitsizlik ki, ‘moral ve yüksek ahlakı öldürmüş…’

O ümitsizlik ki, ‘manevi direncimizi kırmış…’

O ümitsizlik ki, ‘bireysel menfaatleri ön plana çıkarmış…’

O ümitsizlik ki, ‘tembelliği hayat felsefesi haline getirmiş…’

O ümitsizlik ki, ‘korkak, ürkek, kendi içine kapalı…’ bir toplum karşımıza çıkarmıştır!

Slogandan da öte artık bizim hayat felsefemiz;

“Yaşasın bütün güzellikler, erdemlikler, faziletler,

Kırılsın, dökülsün, yok olsun bütün ümitsizlikler”

Ümitsizlik! Kötürüm olmuş bir hasta… Can ışığı gitmiş bakışlar yasta!

Bir kor ateş isterim son nefeste… Ümit var, ‘olmak’ en güzel bir beste.

Sahabe hayatına baktınız mı? Onlar, çileye tebessüm ettiler!

Dünyaya, gönül gözüyle baktılar… Işık olup, yıldız olup aktılar!

“Çaresiz biz sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme ile imtihan edeceğiz. Müjdele o sabredenleri” (Bakara, 155)

Hayatın senfonisi, İnişli ve Çıkışlı bir yol… İman dolu bir ritimle, sabır değirmeni öğütür.

Söz, bazen sükûtu seçer… Bazen, çığlık şerbetini içer!

İsyanımız var, Ümitsizliğe! Ondaki, karanlıklara… Ondaki, çaresizliklere… Ondaki, cehalete…

Her biri, bu milletin tarihi düşmanları… Müslüman, feraset sahibidir…