Bedrettin KELEŞTEMUR


KURBAN BAYRAMI YAKLAŞIRKEN

FİKİR BAHÇESİ


KURBAN BAYRAMI YAKLAŞIRKEN

Bedrettin KELEŞTİMUR

Hac ve Kurban Bayramını bir arada, birlikte idrak ediyoruz. Yıllarca, Elâzığ’da Şehit İlhanlar Caddesinde, İhsaniye Camisinin önünde Hacılarımızı büyük bir merasimle/ tekbirlerle yolcu ederdik. Kurban Bayramı yaklaşırken insanımızda, maddi ve manevi anlamda hazırlıklarda hız kazanmaya başlıyor. Zamanla yarış ne kadar güzel… Gurbette bulunanların en büyük özlemi şüphesiz ki, sıla-i rahim yapmak… Takriben Türkiye genelinde, 3 ila 5 milyon insanımız yollarda olacak… Bu bir seferberlik… O seferberliği bizler, şüphesiz ki, içerisinde yaşadığımız şehrin her katmanında da yaşamaktayız. Hanelerimizde, çarşıda, pazarda bir canlılık, bir güzel telaş var… 

Kurban sözlük anlamı, “yaklaşmak, Allah’a yakınlaşmaya vesile olan şey!” 

Kurban, ihlasla sevgi de itaat… Özünde, sözünde bir akıl, yürek olmaya; hamd ile şükür ibadet…

Bizler bayramları anlatırken şu kanaatimizi paylaşırız; ‘Bayramlar, sevgiye, barışa infaktır. Bayram aydınlığında, içimizdeki nifak duvarları yıkılır! İnsanlarımız arasında, sımsıcak bir muhabbet ve o muhabbetin esenliğinde insan, büyük davaları ‘gaye-ufuk bağlamında’ idrak eder.’

Ramazan ve Kurban Bayramı için ne deriz; “Buyruk yüce yerdendir!” Bu bayramlar, Hakk’ın bizlere bir lütfu ve ikramıdır. Kulun, Yüce Yaradan’a, ‘takva yolunda meramıdır’ O meram, kâinatın kuramıdır…

Bayram günleri, kapımız, her gelene açıktır. Yüzlerde tebessüm ile insanlarımızı ağırlarız. Maksat, ‘Rıza makamıdır’ Kurban Bayramında, “İbrahim’i sofralar, nefesler, teşrik tedbirleri, infaklar…” huzura yürüyen adımlar…

Bu günlerde, Kurban ibadetini düşünürüm. Bugünkü anlamda ilk kurban, Hz. İbrahim zamanında kesilmiş, Allah’ın Resulü de, bu ibadeti bizlere sünneti seniye olarak ikram etmişler. İslâm’da, Kurbanın tarihçesi, Hz. İbrahim’le başlar. Hz. İbrahim, oğlu İsmail’i Allahû Teâlâ’ya kurban etmeye nezreder. Bu bir sadakattir. Hz. İsmail’in ise bütünüyle Hakk’a, teslimiyetidir… İman ne büyük bir cevher… Bizler, bu hakikatle, insana yaklaşıyoruz. İnsanı, merkeze alıyoruz. Bir ve beraber olmayı/ veya bölüşmeyi/ üleşmeyi/ paylaşmayı bir ibadet olarak düşünüyoruz. 

İki bayram arası, 70 gün, sizler 70 arşın deyiniz! Oruç, nefsi terbiye! O terbiye ile dış âleme pencere açma! İnsanın belki de, en çetin imtihanı! Kendi iç âleminde, büyük cihada yürüyüşü! Sabrı yudumlayan gönüllerin bayramına, Ramazan Bayramı diyoruz!

Bu ayın en büyük özelliği nelerdi? 

Toplumda, hayır yarışının başlaması! Yardımlaşma şuurunun giderek bir kıvılcım halinden yüreklerde yangın haline dönüşmesi! Zengin bu ayda zekâtını vererek, malının manevi sigortasını yapar! Hali vakti yerinde olan, sadaka ile fıtır ile zayıfı/ yoksulu/kimsesizi/garibi ayağa kaldırır! Bu güzel psikoloji ile hayatımız bir anda manevi gıdasını alırken bir de bakarız ki, bir başka kutlu güne merhaba demişiz. Hac ibadeti ile bütünleşen kurban bayramı! Bu bayramların sosyal iklimi üzerinde hiç durduk mu? Her türlü yardımlaşmanın dumura uğradığı, kirlenmenin hat safhaya geldiği bir dönemde bu bayramlar, bir ruhi inkılap olarak karşımıza çıkıyor! 

Kurban sözlükte, “Bir ideal uğruna feda edilen(şey) veya kendini feda eden!” Ve hele o yol, Allah yolu olursa! Hz. İbrahim ile Hz. İsmail’in Kurandaki kıssasını her Müslüman gayet iyi bilir... Hz. İsmail’in, sonsuz teslimiyeti! Hz. İbrahim’de, o teslimiyete şefkat ve merhamet kıvılcımlarıyla rücu ediş hali! 

Kurban bayramında, bir iradi ideal… Feragatin zirveleştiği, melekût âleminin üstüne çıktığı, bir Ayne’l yakin halidir! İnancımız, örfümüz, aklımız bizlere burada neyi ve neleri telkin ediyor; fedakârlığı! İlk bakışta biraz nefsimize ağır gelir değil mi? Hele günümüzde, yaptığı en küçük bir iyiliğin karşılığını bekleyen bir insan dokusunu hazırlayan bugünkü cemiyetimizde bir ruhi terbiye inkılabını bizlere, önümüze nasıl getiriyor? İfrat ve tefrik arasında gidip gelen insan iradesini vasat bir çizgiye çeken manevi yaptırım gücü! 

Malum Medyanın, malum yayın ve neşriyatın, malum çevrelerin o kadar tahripkâr çalışmalarına rağmen hala bu milleti ayakta tutan bir sihirli değnek varsa, o da, inancımızın getirdiği güçlü telkinler ve o telkinlerle hayatını bir sistem halinde güzelleştiren ruh ve gönül zenginliğidir.

Bu ay içerisinde bütün gözler nerede? Hac mevsiminin her anı ile bizleri kuşatan manevi raksındayız! Mahşer âleminin yansıyan ihtişam dolu dekoru... O dekor içerisinde, bütün vücudu titreten bir yöneliş vardır! Oradaki durulan safları, dünya hayatımızda ne kadar koruyabiliyoruz!

Evet, iki bayram arası; 70 gün, sizler yetmiş arşın deyiniz! Bir manevi cilalanma döneminden geçiyoruz. İslâm, en mükemmel din! Şair ne diyor; “Uyuyan nesli uyandır…” Öyle ki, kinin olduğu, nefretin olduğu, öfkenin olduğu yerde ‘din...’ yoktur! Hele, şöyle veya böyle; insan celladı kesilenler! Hâk sevgisinden mahrum olan zavallılar; kendinizin asıl esaret halinde olduğunuzu bir defa olsun düşünmez misiniz? 

Şu caddeler, sokaklar, yaşadığımız şehir ve ondaki bilumum hayat, bizim aynamız! Kirlenmeden bahsediyoruz, çürümeden, kokuşmadan söz ediyoruz Haksızlıktan dem vuruyoruz. “Her toplum layık olduğu idare ile hükmolunur…” Bir noktada, kendimizi, kendimize şikâyet ediyoruz! Adalet kabının hasret kaldığı güzel sahabe Hz. Ömer, “Kendinizi düzeltmedikten önce, bir başkasını düzeltmeye çalışmayın...” Testinin içerisinde ne varsa, dışına da o sızıyor değil mi? İki bayram arası 70 gün, siz yetmiş arşın söyleyin! Bizlerin en fazla neye ihtiyacı var; takva yürüyüşüne! O yürüyüşle, hayatı kucaklamaya! İnsanımıza, her halükarda, sahiplenmeye! Oruçta, nefislerin terbiyesi! Sonrasında, dış dünyamıza yöneliş!

 

GELECEĞİMİZ ÇOCUKLARIMIZ!

Çocuklarımız, geleceğimiz üzerinde ne kadar ilgiliyiz? Medyada o masum yüzlerin çirkin emellerde kullanıldığını gördükçe, içimden fırtınalar kopar! Kâh dilenci olarak kullanırlar, kâh hırsızlığa azmettirirler, kâh kendi kötü emellerine birer basamak olarak! 

Aile çatımızda, Okullarımızda, Çevremizde yönelişimiz çocuklarımıza olmalıdır, diyorum!. Onlar neye açtırlar; sevgiye, merhamete, şefkate, güler yüze, tatlı dile! Ahmet Kabaklı, çocuklarımız için ‘adam ufağı..’ derlerdi!. Ne kadar doğru ve yerinde bir tespit! Çocuk bir teyp gibidir; anne, baba, büyük ne yaparsa onu hafızasına kaydeder. Hareketlerinde, önce taklit vardır... Sonrasında, hayatın özü ve de cüzü olmaya başlar! 

Hadis; “Çocuklarınıza değer ve kıymet veriniz ve onların terbiyelerini güzel yapınız.” Çocuğumuzun karşısında, kendimizi en zorlu imtihanda hissedeceğiz!. Kelimeleri seçerek, hareketimizin her anını kontrol ederek, davranışlarımızı güzelleştirerek çocuğumuza, ‘model…’ olmanın hasletini duyacağız! Çocuğu azarlamak mı? “Çocukların cennet çiçekleri…” olduğu düşüncesi ile onların ellerinden tutarken, geleceğimizi tuttuğumuzu düşüneceğiz!

Nüfusumuzun, %60’ları, genç, enerjik ve dinamik bir nüfus!. O nüfusu, kontrol etmek, belli disiplinleri geliştirmek elbet zor. Ama bir şey var ki, çocuklarımızı yönlendirirken, onları hayata hazırlarken; imkan seferberliği içerisinde olmamız gerektiğine inanıyorum! İnancımız ne diyor; “Hiçbir baba, çocuğuna güzel bir edep ve terbiyeden daha faydalı (yararlı) bir şey vermemiştir. (ve veremez)” 

Çocuk edebiyatından tutunuzda, çocuk kütüphanelerine kadar bir sistemin il, ilçe ve hatta büyük merkezi köylerimiz bazına kadar yayılmasına çalışma! Kendi desenimiz, renklerimiz, motiflerimiz, hasletlerimizin birer yansıması olan; çizgi filmlerin, tiyatro eserlerin, hikâye kitaplarının hazırlanması! Burada, köklü bir eğitim seferberliği karşımıza çıkıyor... Bu noktada, --sorumluluklarımız o kadar fazla ki!